Harvard Üniversitesi Moleküler Biyoloji Laboratuvarı’nda görev alan Beste Mutlu'nun HT Cumartesi'de yer alan yazısına göre, 1943’ten beri DNA’nın genetik bilgiyi yeni nesillere aktarmaktan sorumlu olduğu biliniyordu. Ama nasıl gerçekleştiğini kimse bilmiyordu.

1950’lerde James Watson ve Francis Crick, bu gizemi çözmek için çalışanlardan sadece ikisiydi. DNA yapısını tahmin etmek ve matematiksel bir model çizmek için başka araştırmacıların deneysel sonuçlarına ihtiyaç duyuyorlardı. Maurice Wilkins, onlara bu deney sonuçlarını sağladı ve üçü DNA’nın çift sarmallı olduğunu keşfederek 1962’de Nobel Tıp Ödülü’nü kazandılar. Fakat sonradan hikâyenin bu kadar basit olmadığı ortaya çıktı.

MUTSUZ ÇALIŞMA ORTAMINDAN KAÇTI

Rosalind Franklin, 1950’de Londra’daki King’s College’da araştırma yapmaya başlayan nadir kadınlardandı. Franklin, X-ray ışınlarını kullanarak moleküllerin şekillerini çözmede derin bilgi sahibiydi. O geldiğinde Wilkins aynı araştırma grubunda DNA’nın yapısı üzerinde çalışmaktaydı. Çalıştıkları ünitenin direktörü projeyi Franklin’in üstlenmesini isteyince Wilkins ile Franklin arasında sürtüşme başladı. Laboratuvardaki gergin atmosfere rağmen, Franklin ve öğrencisi X-ray ışınlarını kullanarak DNA’nın o dönem için en yüksek kalite fotoğraflarını çekti.

1953 başlarında Franklin araştırmasını büyük ölçüde bitirmiş ve mutsuz ortamdan kaçarak Birkbeck College’a taşınmaya karar vermişti. King’s College’dan ayrılırken DNA üzerinde çalışmayı bırakması koşulu getirilmişti. Ayrılmadan önce DNA’nın sarmallı bir yapıya sahip olduğunu düşünüyordu, fakat detayları henüz çözememişti. Çektiği fotoğrafların başkaları tarafından DNA’nın yapısını çözmek için kullanıldığının ise farkında değildi.

FRANKLIN HAYATTA OLMADIĞI İÇİN ÖDÜLE DAHİL EDİLMEDİ

King College’deki araştırma direktörü, DNA araştırmalarına Wilkins’in devam etmesine karar verdi, Franklin’in çektiği fotoğrafları da Wilkins’e aktardı. Franklin, daha önce fotoğraf üzerinden yaptığı bazı hesaplamaları resmi olmayan departman içi bir rapora eklemişti.

Bu fotoğraflar ve rapordaki hesaplamalar izinsiz şekilde Watson ve Crick ile paylaşıldı. Watson ve Crick, fotoğrafları paylaştığı için Wilkins’i de projeye dahil etti. Nisan 1953’te sonuçlar çok prestijli bir dergide yayınlamdı. Watson, Crick ve Wilkins 1962’de DNA’nın çift-sarmal modeliyle Nobel Ödülü’nü kazandı. 1958’de kansere yenik düşen Franklin ise hayatta olmadığı için ödüle dahil edilmedi. Hatta ödül seremonisinde ve basın açıklamasında katkılarından bile bahsedilmedi.

Dahası, 1968’de Watson anılarını yazdığında Franklin’i Wilkins’in asistanı ve kendi sonuçlarını yorumlama kabiliyetinden yoksun biri gibi yansıttı. Rosalind istemediği halde ondan “Rosy” olarak bahsettiğini ve o dönemde kadın olduğu için onu yeterince ciddiye almadığını da itiraf etmişti. Zaten 2000’li yıllarda Watson’ın önyargılarını yansıtan ırkçı yorumları da ortaya çıktı ve büyük tepki gördü. Artık bilim dünyası Franklin’e haksızlık edildiğini biliyor.

AH O ÖNYARGILAR

Kadınlar bilimsel araştırmalarda, iş hayatında ve yaşamın her alanında aktif roller alıyor. Eşit fırsatlar sağlandığında en az erkekler kadar başarılı oluyorlar. Ancak bilinç altına işlemiş önyargılar kadınların işini zorlaştırıyor. Franklin 65 yıl önce ciddiye alınmadı, hatta dışlandı. Bu yüzden çok önemli bir buluşa yaptığı katkıların yıllarca farkına varılmadı.

'YA SİZ KADINLARA AŞIK OLUYORSUNUZ YA DA ONLAR SİZE'

Nobel Ödüllü Tim Hunt da yaptığı bir gafla 2015’e damgasını vurmuştu: “Kadınlar laboratuvarda çalışınca 3 şey oluyor. Ya siz onlara aşık oluyorsunuz ya onlar size... Eleştirdiğinizdeyse ağlıyorlar.” Sosyal medya ve basının olumsuz tepkisi üzerine şaka yaptığını söyleyip özür dilese de University College London’dan istifa etmek zorunda bırakıldı. Bu karar, böyle tavırların uygun olmadığı mesajını veriyor. İnsanların işte önyargıya maruz kalmaması ve kariyerlerine mutlu bir ortamda devam edebilmesinin önemini vurguluyor. Yine de kat edilecek çok yol var.

HARVARD’A BAŞVURULARI DEĞERLENDİRİRKEN...

Harvard’da çalıştığım bölümden bir profesör, burada çalışmak isteyenlerin iş başvurularını değerlendirirken tamamen tarafsız olabilmek için güzel bir yöntem uyguluyormuş. Karşımızda duran kişi hayalimizdeki “başarılı insan” tipine uymuyorsa onu takdir etmemiz daha zor oluyormuş.

Önerdiği çözüm: 1) Kendimizi sorgulamak 2) Bilinçaltındaki önyargılarımızın farkına varmak 3) Karar verirken önyargılarımızı hesaba katmak. Bence buna vakit ayırmak önemli, çünkü her bireye mutlu bir çalışma ortamı sağlayamadığımızda, toplum olarak onların katkılarından mahrum kalıyoruz ve kaybeden biz oluyoruz.