Ergi Şener
Metamorfoz ICT Inc.
@ergisener
 
15 Nisan’da New York’ta gerçekleşen “HCE Summit” etkinliğinde, Metamorfoz’u temsilen, TEB ve Visa Europe ile hayata geçirdiğimiz, Türkiye’nin ilk HCE (host card emulation) bazlı NFC çözümünü tanıttıktan sonra, San Francisco’ya geçerek bir hafta Silikon Vadisi’nde (Silicon Valley) bulundum.
“Teknolojinin başkenti” olarak nitelendirilen Silikon Vadisi’nde geçirdiğim süre zarfındaki izlenimlerimi ve gözlemlerimi Teknoloji Gündem okuyucularıyla paylaşarak, özellikle ödeme sektöründe inovasyonla anılan ülkemizi daha iyiye götürebilecek süreçleri vurgulamak istedim.
 
Silikon Vadisi, Amerika’nın, Kuzey Kaliforniya bölgesinin güney kısmında yer alan San Francisco Körfezi etrafındaki bölge (Bay Area) için kullanılan bir “nickname” (takma bir isim). 1950’lerden itibaren, bölgede yoğun olarak üretim ve R&D çalışmalarını sürdüren chip üreticileri bölgeye bu ismin verilmesine sebep olmuş. Günümüzde ise hem önde gelen birçok global teknoloji firmasının hem de yeni pek çok start-up’ın merkezi ya da çıkış yeri olması açısından Silikon Vadisi, sürekli referans noktası haline gelmiş durumda. Merkezleri Silikon Vadisi’nde bulunan şirketlere Intel, Cisco, Google, HP, Apple, Microsoft, Oracle, Facebook, Twitter, Linkedin, Uber gibi örnekleri verebiliriz. Silikon Vadisi’nden çıkan teknolojiler, iş modelleri ve ürünler, hem pek çok sektörü hem de hayatımızı derinden etkilemeyi sürdürüyor.

 
Silikon Vadisi’ni Özel Yapan Ne?
Silikon Vadisi’nin teknolojiyle özdeşleşmesi, inovasyon ve teknolojinin başkenti olarak nitelendirilmesi, Amerika’nın belirli bölge ya da şehirlerini markalaştırmasının bir sonucu. Nasıl ki New York’taki Wall Street borsa ya da medya; Los Angeles sinema, Chicago üretim ve pazarlama sektörü ağırlıklı anılıyorsa Silikon Vadisi de teknolojiyle özdeşleşmiş durumda.
Silikon Vadisi, Türkiye’de devlet desteğiyle ya da üniversite-sanayi işbirliği adına oluşturulan teknopark ya da vergiden muaf teknoloji geliştirme merkezleri gibi kapalı, küçük bir bölge ya da sabit bir alanın aksine; San Francisco şehir merkezini de içine alan oldukça geniş bir bölgeyi kapsıyor.
Bu geniş alan içerisinde, Amerika’daki tüm risk sermayesi yatırımının da üçte birinden fazlasını barındırıyor. Bu özelliğiyle Silikon Vadisi, pek çok start-up’a da ev sahipliği yapıyor. Örneğin, 40 milyar doları aşan değerlendirmeyle günümüzün en değerli firmalarından biri haline gelen Uber’in merkezi de Silikon Vadisi’nde bulunuyor.  Hatta Uber uygulamasını açtığınızda çıkan “flash screen”de (geçiş ekranı) de çıkan harita San Francisco haritası...
 
 

 
YATIRIMCILARIN GÖZDESİ
Silikon Vadisi, teknoloji alanında, özellikle start-up’ların ihtiyaç duyduğu ekosistemin tüm partilerine, aynı bölgede, birbirlerini destekleyecek şekilde kucak açıyor. “Venture capital”ların (VC) gözlerinin Silikon Vadisi’nin üzerinde olmasının da en büyük sebebi, “talent pool”un bu alanda yer alması.


Özellikle Stanford ve Berkeley üniversitelerinin mezunları ve dünyanın pek çok ülkesinden çok iyi eğitim almış, önyargısız bir şekilde teknolojiye sadık, oldukça yetenekli ve motivasyonu yüksek insan kaynağı Silikon Vadisi’nin “talent pool”unu oluşturuyor.
Bununla birlikte dünyanın her yerinden gelen insanlarla çok kültürlülük de ayrı bir renk meydana getiriyor. Silikon Vadisi’nin kurucusu olanlar ile sonrasında gelişmesinde önemli katkısı olan firmalar oldukça önemli bir altyapı desteği sağlıyor. Bugün pek çoğu global teknoloji devi haline gelen ve OTT (over the top) olarak adlandırılan Silikon Vadisi firmalarından Apple, Google, Microsoft gibi bir bölümü kendi başlarına birer “devlet” olarak bile nitelendirilebiliyor.
Özellikle yeni girişimleri ve geleceği parlak start-up’ları fonlayan angel investor (melek yatırımcı) ve VC ekosistemi paraya erişim ve doğru organizasyonun oluşturulması, hızlı büyüme açısından oldukça önemli bir eksiği tamamlıyor.


 
Tüm bu parçaları birleştiren ve kültürün en önemli öğelerinden birini oluşturan “girişimcilik ruhu” da vadiye ilk adım attığınız andan itibaren hissediliyor. Pek çok rol modele ve mentore erişim; başarısızlıkların belli bir seviyeye kadar tolere edilebilmesi; flat organizasyon yapıları ve bilgi paylaşımına verilen önem açısından girişimcilik açısından en uygun yer dendiğinde akıllara kuşkusuz Silikon Vadisi geliyor.
 
SİLİKON VADİSİ TÜRK ŞİRKETLERE İLHAM VERİYOR, AMA  YANSIMALAR HEP DOĞRU OLMUYOR...
Silikon Vadisi’ni ziyaret edenlerin ilk izlenimleri, “rahat” yaşam biçimi ve bunun şirketlere ve iş yapış şekline yansıması şeklinde ortak bir paydada özetlenebilir. Ki bu ilk izlenimlerin oluşturduğu stereotype, kıyafetlerin serbestleşmesi ve Silikon Vadisi tipi ofis düzenlemeleri şeklinde Türkiye’deki şirketlere yansıyor.  Öyle ki mühendisler genelde kot, tişört ve tabii ki kulaklıklarıyla işlerine gidiyor, havanın oldukça sıcak olması nedeniyle parmak arası terlikler sıkça tercih ediliyor ve VC buluşmaları genellikle kahve zincirleri ya da havuz kenarlarında yapılıyor.
 


New York’un İstanbul’a da yansımış gökdelen ve plaza  odaklı iş yapış şeklinin aksine, Silikon Vadisi’nde bambaşka bir ortam söz konusu. Elbette bu rahat ve gevşek tutum büyük resmin sadece küçük bir bölümünü oluşturuyor. Şirketlerin içyüzünde, hummalı ve disiplinli çalışmalar ve agresif deadline’lar işlerin temelini oluşturuyor.
“Hız”, Silikon Vadisi’nin iş kültürünün temel odağı. Şirketlerin rekabet avantajı sağlaması ve rakiplerine kıyasla öne geçmeleri açısından hız, çok güçlü bir silah olarak konumlandırılıyor. Özellikle, öngörülemeyen, belirsiz ortamlarda, hız ve odaklanmanın başarının en önemli katalizörleri olduğu felsefesi hakim. Öyle ki başarılı firmaların çoğunda bu durum, duvarlara yazılı sloganlarla, organizasyon kültürünün bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor. Bu motto, Facebook’un duvarlarında “Done is better then perfect” (Bitmiş, mükemmelden iyidir) şeklinde ifade edilirken, Google’ın CEO’su Larry Page tarafından “There are no companies that have good slow decisions. There are only good companies that have fast decisions” (İyi ve yavaş kararları olan hiçbir şirket yoktur, hızlı karar veren iyi firmalar vardır) şeklinde belirtiliyor.
Hız bu kadar önemliyken, Silikon Vadisi şirketlerinin kurumsal bürokrasiye ya da süreçleri yavaşlatan herhangi bir unsura toleransları olmadığını da belirtmeye gerek yok sanırım. (Tıpkı Türkiye’deki gibi!)
 
HIZ VE TAKIM OYUNU BAŞARININ ANAHTARI
Silikon Vadisi’nde başarılı olmak için hızlı tepki verebilen, risk alabilen bir yapıya ve ürün geliştirmeyi hızlandıran metodlara sahip olmak büyük önem taşıyor. Vadi çalışanlarının sürekli takdir edilmesi için, bu özelliklerin yanında iyi birer takım oyuncusu olmaları da gerekiyor. Başarıyı getiren temel unsurun, insan kaynaklarıyla birlikte, hız ve takım oyunu olduğu belirtiliyor; iyi fikir bunlardan sonra gerekiyor.


 
Ancak şirketler arasında, turnover’ın yüksek olması nedeniyle, şirketlerin içerisinde önemli pek çok proje, küçük gruplarla oldukça gizli bir şekilde de yürütülebiliyor. (Steve Jobs’ın hayatını anlatan ve Ashton Kutcher’ın Steve Jobs’ı canlandırdığı filmi izleyenler hatırlayacaktır. Filmin açılış sahnesi, Steve Jobs’ın Apple çalışanlarına yönelik yaptığı bir konuşmayla başlar. Bu konuşma sırasında Steve Jobs, cebinden iPod’u çıkararak: “Bu iPod, bu ürünü pek çoğunuz ilk defa görüyorsunuz, çünkü şirket içerisinde birkaç kişiden oluşan, çok küçük bir ekip tarafından, gizli bir şekilde geliştirildi” şeklinde tanıtır. Bilindiği üzere, iPod, Apple ve teknoloji tarihi açısından da önemli bir kilometre taşı niteliğindedir.)
Teknoloji devleri büyüdükçe, kurumsallaştıkları ve Silikon Vadisi’nde bile olsalar yavaşladıkları için, belli bir seviyeye gelen şirketler, “corporate garage” adı verilen programlar yürütüyor. Bu programların bir kısmı, Google’da çalışanların haftanın belli günlerinde, kendi projelerine zaman harcamaları şeklinde; bir kısmı da tamamen ayrı, “co-working space” olarak adlandırılan bölgelerde, gizli proje yürüten takımları tamamen ayırmak şeklinde de olabiliyor.
 
FİKİRLERİ PAYLAŞIMINA VERİLEN DEĞER
Kurumsal şirketlerin yeni projelerine yönelik hassas yaklaşımlarının ve projeleri gizli ilerletmelerinin aksine, start-up’ların bilgi ve fikir paylaşımı sıkça teşvik ediliyor. Silikon Vadisi’nde hakim olan “burada büyük fikirler, kolayca tartışılıp, paylaşılır” algısıyla birlikte, “bir fikir paylaşıldığında, başkası tarafından kolayca yapılabiliyorsa, zaten iyi fikir değildir” anlayışı, fikirlerin özgürce ve serbestçe tartışılmasının önünü açıyor. (Aynı fikrin, çok benzer formatlarda, ortalama bir VC’ye 6 ay içerisinde 3-4 farklı kez geldiği belirtiliyor ve bu noktada yine hızın önemi vurgulanıyor.)



Twitter ve Square gibi önemli şirketlerin kurucusu Jack Dorsey’in bu aralar sosyal medyada da sıkça dolaşan skeçlerinden de göreceğiniz üzere, bir fikrin anlatımını kağıt kalemle akışı çizerek yapmak bile yeterli oluyor. Steve Jobs da bu durumu “Ne anlatacağını bilen insanların powerpoint’e ihtiyacı yoktur” şeklinde gayet güzel özetlemişti.
 

Maalesef, Türkiye’de pek çok kurumsal firmanın hala standart sunum formatları var ve her ne anlatıyor olursanız olun, bu formatlarda sunum hazırlayarak, üst yönetime sunmadan, onay alamayan şirketler ve bölümler azımsanmayacak kadar fazla.
Yine Türkiye’de henüz yeni yeni denenen ama tam anlamıyla oturmayan, gelişime açık bir diğer alan da belli periyotlarda, belirlenmiş konularda, “meet-up” olarak adlandırılan paylaşım etkinlikler ya da toplantılar düzenleyerek, konuyla ilgili uzmanların ve o alana ilgili olan kişilerin buluşmasını sağlamak. Türkiye’de çok büyük bütçeler teklif edilmesine rağmen belli projelerde çalışacak takım arkadaşları bulunamazken, Silikon Vadisi’nde kendini geliştirmek, belli bir alanda uzmanlaşmak isteyen insanlar, hiçbir beklentileri olmadan belirli projelere gönüllü olarak destek veriyor.
 
YATIRIMCILAR YATIRIM KARARINI NEYE GÖRE VERİYOR?
Risk almanın da Silikon Vadisi kültürünün kabul görmüş ve desteklenen bir parçası olduğunu belirtmiştim. Silikon Vadisi’nde başarısızlık kabul gören bir gerçek; ancak ders alındığı ve bir daha tekrarlanmadığı sürece kabul ediliyor. Önemli olanın denemek olduğu, denemenin başarısız sonuçlansa bile bunun hızlı bir şekilde görülüp rotanın değiştirilmesinin önemi üzerinde duruluyor.



Yatırımcılar tarafından bakacak olursak da fikirden ziyade takıma yatırım yapıldığı açıkça görülüyor. Fikrin başarısız olmasına karşılık, güvenilen takıma, farklı, başarılı çalışmalar hayata geçirme olasılığı
karşılığında yatırım yapılıyor. En iyi fikirlerin trendlerin ve teknolojik gelişmelerin disiplinlerarası bir şekilde incelenmesiyle ortaya çıkacağı görüşü hakim.
En iyi start-up’ların temeli de üç modelle kategorileştiriliyor: Başarılı bir örneği taklit edenler (copycat’ler), mevcut bir ürün ya da servisin üzerine katarak geliştirenler (evolutionary) ve tamamen devrimsel bir ürün/servis ortaya çıkaranlar (revolutionary).
Yatırımcıların bir fikri değerlendirirken, fikri sunanlardan istedikleri ve bekledikleri, kendilerini yatırımcıların yerine koyup o fikre istenen parayı ödeyip ödemeyecekleri oluyor. Bir diğer önemli nokta da kendilerini müşteri yerine koyup, önerilen fikrin günlük hayatın ne kadar parçası olacağı ya da bir problemi gerçek anlamda çözüp çözemeyeceği...
Google Ventures’ın yeni fikirleri değerlendirirken ilk aşamada yaptığı test, pek çok start-up’ın kendini test etmesi bakımından da oldukça önemli bir referans. Google, ilk aşamada sadece şu üç soruyu soruyor:
- Müşterin kim? (Who’s your customer?)
- Şirketin bu müşteri/müşteriler için ne yapıyor? (What does your company do for this customer?)
- Rekabette neden önde olduğunu düşünüyorsun? (Why are you better then competition?)
Diğer yandan, yatırımcıların bir şirketi ya da fikri ele alırken en önemli kriterleri, ana fikrin temel seviyede, oldukça basit, kullanıcın anlayacağı şekilde oluşturulması ve “pivot” mantığında geliştirilmesi. Baktığımız zaman başarılı start-up’ların tek bir ana odakla başlayıp, yeni süreçleri bu yapının üzerine eklediğini gözlemliyoruz (minimum viable product – MVP süreci).
Türkiye’de ise firmalar, genelde bir ürün çıkmadan önce “ne kadar fazla fonksiyon olursa o kadar iyidir” düşüncesiyle ürünün geliştirilmesi için oldukça ciddi bütçelerle birlikte önemli insan kaynağı ve zaman harcıyor. Sonrasında da ürün müşteri tarafından kabul görmeyip, benimsenmediğinde, stratejiyi değiştirmek için çok geç kalınıyor ve tüm çalışmalar boşa gitmiş oluyor.
 
SİLİKON VADİSİ ÖRNEĞİ KOPYALANABİLİR Mİ?
Ülkemizdeki pek çok teknoloji firmasının yöneticileri ya da şirketlerini teknoloji firması olarak konumlandırmaya çalışan yöneticiler, Silikon Vadisi’nin “iş yapış şeklini” kendi şirketlerine adapte etmeye çalışıyor. Silikon Vadisi’nin örnek alınabilecek, geleneksel iş yapış biçimlerine ve şirketlere uygulanabilecek ve uygulanması gereken pek çok özelliği olmakla birlikte, ne yazık ki birebir taşınamayan ve taşınamayacağı da pek anlaşılmayan önemli özellikleri bulunuyor. Öncelikle bunların tam olarak anlaşılması, modeli doğru kurgulamak ve yapılan yatırımın karşılığını almak adına dikkat edilmesi gereken bir başlangıç noktasını oluşturuyor.
 
Her şeyden önce Silikon Vadisi, bir coğrafi bölge ya da yerleşim yerinden ziyade bambaşka bir kültür ve zihniyeti ifade ediyor. Silikon Vadisi’nde bir işin ya da fikrin ele alınışı, tartışılması, işe yaklaşım ve iş yapış şekli çok farklı bir seviyede. Bu farklılığa adapte olabilmek için Silikon Vadisi’nin kültürünü anlamak gerekiyor.
Belli bir tarihsel süreç ve uzun mücadelelerden sonra Silikon Vadisi’nin temelleri atılmış ve bugün Silikon Vadisi bir “yaşam biçimi” halini almış durumda. Silikon Vadisi’ni taklit edilmesi zor yapan temel unsurlar, o kültürün temelinde yer alan fikirler ve ideallerle birlikte sahip olunan insan kaynağı ve sermayenin teknolojiyi üretecek olan insan kaynağına yakınlığı ve bu kaynaklara her türlü desteğin sağlanması. Bunların iyi anlaşılması ve bu sürecin tarihinin iyi incelenmesi gerekir ki Türkiye’deki şirketler, “Silikon Vadisi şirketi olacağım” diye çıktıkları yolda fazla şoka uğramadan devam edebilsin.
Bir sonraki yazımda “Silikon Vadisi’nin top trendleri” ile “Vadide ödeme teknolojileri”ne bakışı paylaşacağım.